Diyabetli kişilerde ortaya çıkan metabolik değişiklikler, koroner plakları rüptüre daha yatkın hale getiren, biyolojik olarak farklı bir aterosklerotik sürece neden olabilmekte ayrıca, koroner arterler dışında diyabete özgün sempatik nöropati ve pıhtılaşmaya yatkınlığın artışı gibi bazı faktörlerin de koroner kalp hastalığı riskini arttırdığı düşünülmektedir. Bu faktörler ister birlikte, ister tek başlarına hareket etsinler, koroner kalp hastalıklarının, diyabetik kişilerde, diyabetik olmayanlara göre, çok daha farklı ve hızlı ilerlediği kesindir. Özellikle tip 2 diyabet olmak üzere, koroner arter hastalıkları ve inme diyabetin en sık görülen komplikasyonlarıdır. Aterosklerotik hastalıkların, diyabetik kişilerin koroner arterlerinde daha şiddetli seyretmesi nedeniyle, diyabeti olmayanlardan daha yüksek risk oluşturduğu otopsi çalışmaları ile gösterilmiştir.
Diyabetik kişilerde oldukça sık rastlanan dislipidemi, serum lipid düzeylerindeki yükseklikten çok kendisini lipid partiküllerindeki kalitatif değişikliklerle göstermektedir. 348.000 erkeğin 12 yıl takip edildiği MRFIT çalışmasından elde edilen sonuçlar, diyabetli olgular ile sağlıklı olguların TC ve LDL-C konsantrasyonu yönünden farklı olmadığını ortaya koymuştur. Ancak diyabetik kişilerde kantitatif fark olmamasına karşın kalitatif değişiklikler mevcuttur. Diyabetli kişilerde ölçülen total LDL-C (Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol) konsantrasyonunun büyük kısmını, aterojenik ve oksidasyona yatkınlığı bilinen küçük ve yoğun LDL-C oluşturmaktadır.
Ateroskleroz terimi ilk olarak 1904 yılında Félix Marchand tarafından kullanılmıştır. Bu terimin günümüze kadar geçerliliğini korumasının nedeni, plağın komponentleri olan, sklerotik veya fibrotik bir kabukla çevrili lipid yüklü aterom çekirdeğini açıkça tarif ediyor olmasındandır. 1948 yılında başlatılan Framingham çalışması ile klasik risk faktörleri belirlenen ateroskleroz gelişiminde, son yıllarda saptanan diğer risk faktörlerinin rolleri de daha kapsamlı çalışmalarla incelenmektedir.
Ateroskleroz için Risk Faktörleri:
ramingham | Hiperkolesterolemi (>200 mg/dL), yüksek LDL-C/ düşük HDL-C |
Sigara | |
Hipertansiyon (>140/90 mmHg), diyastolik veya sistolik | |
Diyabet (Açlık Kan Glukozu≥126 mg/dL) | |
Obesite: BMI >30 veya Bel/Kalça oranı kadınlarda >0,8, erkeklerde >1 | |
Artmış lökosit sayısı | |
Diğer Risk Faktörleri | Artmış ApoB düzeyi |
Artmış Lp(a)düzeyi | |
Artmış Homosistein düzeyi | |
Artmış Fibrinojen düzeyi | |
Artmış C-reaktif protein (CRP) düzeyi | |
Artmış ILAM-1 düzeyi | |
Artmış Plazminojen aktivatör inhibitörü (PAI-1) düzeyi | |
Matriks Metalloproteinaz-3 gen polimorfizmi | |
Sistemik Lupus Eritematozus | |
ApoB: Apolipoprotein B, BMI: Vücut Kitle İndeksi, HDL-C: Yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol, ILAM-1: İntersellüler lökosit adezyon molekülü-1, LDL-C: Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol, Lp(a): Lipoprotein (a) |
Koroner kalp hastalıkları dünya genelindeki ölüm nedenleri arasında önde gelmektedir. Yaşam boyu koroner kalp hastalığı gelişme riski 40 yaşındaki erkeklerde % 50 iken, kadınlarda % 33 olarak hesaplanmıştır. Geçtiğimiz 10 yıllık dönemde Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde kardiyovasküler hastalıklardan ölüm oranları düşme eğilimi göstermiştir. Bir çok çalışmada bu düşmenin erkekler ve kadınlar için eşit oranda olduğu görülmüş, ancak bu düşüşün sadece ölüm olayları için geçerli olduğu, miyokard infarktüsü nedeniyle hastaneye başvuranların sayısında bir değişiklik olmadığı anlaşılmıştır. Ölüm oranlarındaki azalmanın nedeni, tıbbi tedavi seçeneklerindeki gelişmeler ve miyokard infarktüsü için ikincil önlemlerin geliştirilmesidir. Diğer yandan Dünya Sağlık Örgütünün yürüttüğü MONICA (Multinational Monitoring of Trends and Determinants in Cardiovascular Disease) projesi ile elde edilen veriler, bu düşüşün, miyokard infarktüsü için primer önlemlere ve risk faktörlerinin ortadan kaldırılması ile oluşan mutlak bir düşüşe bağlı olduğunu göstermiştir.